top of page

İki Medeniyet, Bir Mabet: Ayasofya

  • Yazarın fotoğrafı: Umay San
    Umay San
  • 24 saat önce
  • 2 dakikada okunur

Ayasofya, İstanbul’un kalbinde, 55 metrelik kubbesiyle hem tarihsel hem de kültürel açıdan eşsiz bir konumda bulunur. Ayasofya mimarisi; bir yanda Doğu Roma’nın Hristiyanlığını simgeleyen mozaikleri, diğer yandan Osmanlı’nın zarif cami mimarisiyle iki büyük imparatorluğun izlerini bir araya getirir. Ayasofya, bir yapının ötesinde, inançların ve medeniyetlerin iç içe geçtiği bir simgedir. 



Bizans’ın İlahi Tahtı

İsmi, Eski Yunanca ‘Hagia Sophia’ ifadesinden gelir ve Ortodoks inancında Tanrı’nın üç niteliğinden biri olan ‘kutsal bilgelik’ anlamı taşır. “Peki, Ayasofya ne zaman yapıldı?” diye sorulduğunda ise, yanıt bizi 532 yılına, İmparator I. Justinianus’un hükümranlığına götürür. Bugünkü haline gelmeden önce üç kez inşa edilmiş ancak ilk iki yapı isyanlarla, sonuncusu ise depremle yıkılmıştır. Yeniden ayağa kalkan Ayasofya, bin yıl boyunca dünyanın en büyük katedrali olarak ruhani merkeze dönüşmüştür. Ayasofya’nın önemi, sadece mimari bir başyapıt olmasından değil, aynı zamanda inanç ve iktidarın yeryüzündeki temsili olmasından kaynaklanır. Dönemin en büyük kilisesi olarak tasarlanan yapı, Tanrı’nın yeryüzündeki hükümdarlığını simgelemiştir. Mimarlar Isidore ve Anthemios, devasa kubbe ile Tanrı’nın egemenliğini yeryüzünde bir yansıma olarak düşünmüşlerdir. İsa’nın figürleri ise Tanrı’nın yeryüzündeki formunu simgeler. Özellikle Pantokrator mozaikleri, İsa’nın hem Tanrı hem de insan doğasını betimler. Bu tasvir Bizans’ın teolojik felsefesini yansıtarak Hristiyanlığın temel taşlarından biri olan Tanrı’nın insanla birliğini vurgular.


Haçtan Hilale

Takvimler 29 Mayıs 1453’ü gösterdiğinde; güneş, bir imparatorluğun gölgesinde son kez batıp bir çağı kapatırken Konstantinopolis artık Bizans değil, Osmanlı’dır. Ayasofya, fethin sembolü olarak camiye dönüştürülür ancak bu yalnızca ibadet biçiminin değil, aynı zamanda hakikati arama biçiminin değişimini simgeler. Fatih Sultan Mehmet’in secdesiyle başlayan yolculuk, Ayasofya’nın kimliğine katmanlar ekler. İlk minare dikilir ve her padişah, Ayasofya’ya kendi mührünü basar. Mimar Sinan döneminde kubbe güçlendirilir ve yeni minarelerle silüet tamamlanır. II. Selim’in türbesi ile başlayan külliye ruhu, imarethane, şadırvan, kütüphane gibi yapılarla büyür. Helenistik çağdan kalan küpler III. Murad tarafından ana salona yerleştirilir. Osmanlılar için Ayasofya artık sadece bir yapı değil, İslam’ın tevhid inancını ve Tanrı’ya teslimiyeti yansıtan bir mabettir. Böylece Ayasofya, bir medeniyetin mirası üzerine inşa edilen yeni bir medeniyetin ruh taşıyıcısı olur.


Tanrı’ya Giden İki Yoldan Biri

Ayasofya, iki farklı inancın izlerini taşıyan bir yapıdır. Bizans döneminde yükselen kubbe Tanrı’nın yeryüzündeki egemenliğini simgelerken Osmanlı’nın diktiği minare, Tanrı’nın mutlak birliğini ve her şeyi kuşatan varlığını yansıtır. Bizans mozaiklerinde Tanrı’nın insan suretine bürünmüş haliyle karşılaşılırken, Osmanlı’nın hat sanatında ise kelimelerle çizilmiş bir tevhid fikri hakimdir. Bizans da, Osmanlı da, insanın Tanrı’ya yaklaşma çabasını kendi dilinde anlatır. İki yol da mutlaka O’na çıkar.

Ayasofya; Batı Hristiyanlığı ile Doğu Ortodoksluğu arasındaki ayrışmalara, İslam dünyasıyla Batı arasındaki ilişkilere tanıklık etmiştir. Ayasofya’da zaman; geçmiş, şimdi ve gelecektir. Tarih; Bizans’ın ihtişamı ve Osmanlı’nın zarafetiyle, İstanbul’un kalbinde duran Ayasofya’nın kubbesi altında birleşmiştir.


Ayasofya Hakkında Hap Bilgiler:

  • Ayasofya, yalnızca beş yılda inşa edilmiştir ve bin yıl boyunca dünyanın en büyük katedrali unvanını kimseye kaptırmamıştır.

  • Ayasofya’nın galerisinde, 9. yüzyıldan kalma bir Viking askerinin kazıdığı “Halvdan buradaydı” yazısı bulunur. 

  • Efsaneye göre ana kapının tahtaları Nuh’un Gemisi’nden alınmıştır.

  • Büyük bir depremde yıkılan kubbe, Mimar Sinan tarafından güçlendirilmiştir ve rivayete göre kubbe onarılırken Mekke’den kutsal taşlar getirilmiştir.

bottom of page